İnançlı işlem, inanana belirli şartlar gerçekleştiği takdirde devredilen hakkın iadesini isteme hakkı tanıyan bir sözleşmedir. Bunun yanında inançlı işlemi doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. İnanç sözleşmelerinin kaynağını, Türk Borçlar Kanununun 19. maddesi ile 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı oluşturur.
İnançlı işlem, taraflar arasında karşılıklı güven ilişkisine dayanır. İnançlı işlem tarafları bu güven ilişkisi içinde, üçüncü kişiyle bir hukuksal işlemin yapılması hususunda anlaşarak öngörülen koşulların ileride gerçekleşmesi durumunda amaçlanan asıl işlemi yapılmasını karşılıklı olarak taahhüt etmektedirler. İnançlı işlem, taraflara aralarında yaptıkları anlaşmada düzenlenen şartların gelecekte gerçekleşmesi sebebiyle anlaşmaya uygun hareket etme yükümlülüğü getirir.
“İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır. İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir”. (4. HD., E. 2016/8690, K. 2018/457, T. 30.5.2018)
Aşağıda; inançlı işlemin tarafları, inanç sözleşmesi, inançlı işlemde ispat, inançlı işlemin delil başlangıcı ile ispatı, akrabalar arasında inançlı işlem, inançlı işlem tapu iptal ve tescil davası, inançlı işlem ve muvazaa farkı, inançlı işlem zamanaşımı ile ilgili hususlar ayrıntılı olarak incelenecektir.
İNANÇLI İŞLEMİN TARAFLARI
İnançlı işlemin tarafları inanan ve inanılan olarak adlandırılır. Bir hakkı veya nesneyi, güvendiği için başka bir kişiye inançlı olarak devreden kişiye “inanan” denir. İşbu devredilen hakkı veya nesneyi, kendisine ait olarak doğrudan veya dolaylı olarak kullanan kişiye “inanılan” denilir.
“İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir”. (HGK., E. 2010/14-394, K. 2010/395, T. 14.7.2010)
İNANÇ SÖZLEŞMESİ
İnanç sözleşmesi yukarıda ayrıntısıyla anlattığımız üzere inanan ve inanılan olarak adlandırılan taraflar arasında yapılan mülkiyeti devir borcu doğuran bir sözleşmedir. İnanç sözleşmesi herhangi bir şekil şartına tabi değildir.
İNANÇLI İŞLEMDE İSPAT
İnanç sözleşmesinin kurulması için herhangi bir şekil şartı aranmamaktadır. Fakat inançlı işlem yalnızca yazılı delille kanıtlanabilir. Yazılı delil, tarafların getireceği ve onların imzasını taşıyan bir belge olmalıdır. İnançlı işlemi ispatlayan belge sözleşme tarihinden önce veya sonra düzenlenebilir.
“…Hemen belirtmelidir ki, Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşme sırasında; öncelikle davacının iddiasının hukuki niteliğinin belirlenmesine yönelik tartışmalar yapılmış, sonuçta; davacının inançlı işlemden kaynaklanan tapu iptal ve tescil; olmazsa rayiç değer isteminde bulunduğu; buna bağlı olarak ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre, davacı iddiasının 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabileceği; bu yazılı delilin, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olması gerektiği; bu kuraldan hareketle, taraflar arasındaki imza ve içeriğinde çekişme yaratılmayan 12.10.1989 tarihli sözleşmenin, bir inanç sözleşmesi olduğu ve davada da bu sözleşmeye dayanıldığı; yukarıda belirtilen içtihadı birleştirme kararı ve yapılan açıklamalar doğrultusunda davanın kanıtlanması açısından bu yazılı delilin mahkemece nazara alınması gerektiği kabul edilmiştir…”(Yargıtay Kararı – HGK. E. 2011/688 K. 2012/34 T. 1.2.2012)
İNANÇLI İŞLEMİN DELİL BAŞLANGICI İLE İSPATI
İnançlı işlemler sadece yazılı delille ispatlanabilir. Ancak yazılı delil bulunmayan hallerde, delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa inanan iddiasını tanık dâhil her türlü delil ile kanıtlayabilir. Bu husus Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 202’ de düzenlenmiştir. İlgili hükme göre senetle ispat zorunluluğu bulunan hallerde delil başlangıcı varsa tanık dinlenebilir.
“…İnanç sözleşmeleri kaynağını Borçlar Kanunun 18.maddesi ile 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararından alır. Sözü edilen bu karar uyarınca inanç ilişkisi ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Kısaca, inanç ilişkisinin varlığını kabul edebilmek için yazılı bir sözleşmenin açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin varlığı aranır. Yazılı delil başlangıcı niteliğinde belge varsa HUMK’nun 292.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir…” (Yargıtay HGK. E. 2010/14-394 K. 2010/395 T. 14.07.2010 )
İNANÇLI İŞLEM TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI
İnançlı işleme dayanan tapu iptal ve tescil davaları; inananın, inançlı işleme dayanarak taşınmazını inanılana devretmesinden sonra sözleşmenin gereğini yerine getirip taşınmazın geri iadesini talep etmesini konu alır. Bu kapsamda açılan davalarda inanan “davacı” sıfatına sahiptir. Dolayısıyla taşınmaz devredilen inanılan, sözleşme gereği belirlenen sürenin tamamlanması ya da kararlaştırılan edimin gerçekleştirilmesiyle birlikte devraldığı taşınmazı inanana iade borcu altına girer. Bununla birlikte inançlı işlemden kaynaklanan tapu iptal ve tescil davasında inanılan da “davalı” sıfatına sahip olur.
İNANÇLI İŞLEM VE MUVAZAA FARKI
İnançlı işlem ve muvazaa birbirine karıştırılan kavramlardır. Muvazaa esas itibariyle iki işlemden oluşur. Bu kapsamda muvazaada tarafların gerçek iradelerine uygun fakat üçüncü kişilerden saklanan bir işlem ve tarafların iradesine uygun olmayan ancak görünürde mevcut bir işlem bulunur. Görünürdeki işlem tarafların gerçek iradesine uygun olmadığı için batıldır. Bu sebeple muvazaalı işlemler hukuka aykırıdır. Bununla birlikte inançlı işlemde ise taraflar arasında inanç sözleşmesi bulunur. İnanç sözleşmesi tarafların gerçek iradelerine uygundur. Üçüncü kişilerden gizlenen bir işlem mevcut değildir. Dolayısıyla inanç sözleşmesi hukuka uygun bir sözleşmedir.
İNANÇLI İŞLEM ZAMANAŞIMI
İnançlı işlemden kaynaklanan davalar için özel bir zamanaşımı süresi düzenlenmemiştir. Türk Borçlar Kanunu m. 146 gereğince bu tür davalarda zamanaşımı on yıl olarak düzenlenmiştir. Bu kapsamda zamanaşımı süresi, sözleşmede kararlaştırılan şartları yerine gelmesi veya sürenin dolması ile işlemeye başlar.
“…Davacı Almanya’dan davalı kardeşine para ve vekaletname göndererek kendisine taşınmaz almasını istediğini, davalı kardeşinin ise vekaletnameyi kullanmayarak gönderdiği para ile 963 parsel sayılı taşınmazı satın alarak kendi adına tescil ettirdiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil istemiştir. HMK’nın 33. maddesi gereğince bir davada olayları anlatmak taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ise hakime ait bir görevdir. Açıklanan bu hali ile davanın hukuki niteliği inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescildir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Burada önemli olan zamanaşımı süresinin ne zaman başlayacağının tespitidir. Türk Borçlar Kanununun 149. maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın istenebilir hale geldiği, başka bir deyişle iddiada bulunanın ferağ umudunu yitirdiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Davacı, ferağ umudunu davanın açıldığı tarihte yitirmiş sayılacağından bu davalar için öngörülen on yıllık zamanaşımı süresi henüz dolmamıştır.
Bu durumda mahkemece işin esasına girilerek bir hüküm kurulması gerekirken zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir…” (Yargıtay Kararı – 14. HD., E. 2014/2616 K. 2014/6369 T. 14.5.2014)